Engelli bireyler maalesef ülkemizde dünya standartlarının altında hizmet görüyor. Kaldırımlar, yollar, araçlar, okullar, hastaneler hatta evler engelli kimselerin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiyor.
Batı toplumlarında, engelli insan haysiyetine ve onuruna yaraşır bir şekilde toplum ile iç içe ve barış içinde yaşayabilmeleri için, mümkün mertebe engelli olan ve olmayanlara yönelik müşterek sosyo-kültürel aktiviteler; sportif faaliyetler; dini ayinler ve siyasi müzakereler tertiplenmektedir.
Ülkemizde de engelli insanımızın toplumun bir üyesi olarak, toplumdan soyutlanmadan daimi sosyal yardımlarla temel ihtiyaçlarının giderilmesinin ötesinde hayata bağlı kalabilmesi için hem sosyal devlete, hem de toplumun bütün kesimlerine (özellikle gönüllü kuruluşlara ve özürlü derneklere) önemli görevler düşmektedir. Enegelilerin, toplumsal yaşama aktif bir biçimde uyumunu ve sosyal entegrasyonunu sağlayabilmek için, sosyal güvenlik, mesleki eğitim, ulaşım ve kendileri için öngörülen diğer hizmetlerin tespitinde, yönteminde ve geliştirilmesinde rol almaları konusunda demokratik katılımlarını da mutlaka temin etmeliyiz. Katılımcı demokrasinin sağlayacağı sosyal diyalog vasıtasıyla, engellilerimiz kendilerine değer verildiğini hissedeceklerinden dolayı hayata daha olumlu bakabilecekler ve sonuçta kendilerine olan güvenleri artacaktır.
Özürlü çocuklar, günlük yaşama, kent yaşamına ve toplum yaşamına sınırlı ölçüde katılabilmektedirler. Eğitimden sağlığa, iş ve mesleki rehabilitasyondan kültür ve sanata, spor ve kent standardının iyileştirilmesine, ulaşımdan psikolojik desteğe, bireysel ve aile danışmanlığı hizmetlerinden gerektiğinde sürekli bakımına kadar çok ciddi ve çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır. Özürlü bireye günlük yaşam sürecinde gerekli olan iletişim ve bağımsız yaşam becerilerinin kazandırılması özürlü eğitiminin temel amacıdır. Bağımsız yaşam becerileri, öz bakım becerilerinden basit ev işlerine, alışveriş yapma becerilerinden basit yemek hazırlama becerilerine, boş vakit değerlendirme becerilerinden bağımsız yolculuk becerilerine kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde ele alınmaktadır.Bu becerilerin kazandırılması, özürlü bireylerin toplum içinde çevresindeki bireylere en az bağımlı veya bağımsız olarak yaşamlarını, aynı zamanda en az sınırlandırılmış ortamda, olabildiğince üretken olmalarını sağlayacaktır.
Burada ise engellinin doğumundan itibaren ve bütün yaşamı boyunca bir çok alanda ve aslında bir çoğumuzun fark etmediği ayrımcılığa dikkat çekeceğiz. Bu ayrımcılığın fark edilmesi için öncelikli olarak kendimize sormamız gereken soru şudur:Yaşadığımız, çalıştığımız, dinlendiğimiz çevre, toplum, kimin için tasarlanmış?
Çalıştığımız iş, bindiğimiz otobüs, yürüdüğümüz kaldırım, okuduğumuz okul, tedavi gördüğümüz hastane, dinlenme-eğlenme yerleri, kısaca içinde yaşadığımız çevre bizi de içine alan bir toplum anlayışı ile mi geliştirilmiştir?Bu sorunların cevapları düşünüldüğünde üzücü gerçek risk altındaki grupların başında gelen engelli bireyleri hiç düşünülmeden tasarlandığı ortadır.Örneğin görme engelliler yapılan özel kaldırımların şehrin sadece belli bir semtinde olması , çalıştığımız iş yerlerinde engelliler için asansörler , tuvalet vb. nin olmaması, araçlarını park etmede çeşitli sorunlarla karşılaşmaları, otobüs , vapur, deniz otobüsü gibi diğer toplu taşıma araçlarına binerken de ayrı zorluklarla karşılaştıkları ,yine aynı şekilde engellinin eğitim gördüğü okul binalarında da gerekli donanımların yetersizliği apaçık ortadadır.Bu örnekleri daha da çoğaltabileceğimiz gibi bunların engellinin toplumsal hayattan dışlanmasına yol açtığı ve kişinin kendini sosyal hayattan dışlanmış hissettiği ve kendi içine kapandığı ve bununla beraber bir çok problemin de ortaya çıktığı maalesef gözlemlenmektedir.
Özürlülerin spesifik özelliklerini dikkate alacak bir biçimde gerekli olan bütün kamusal sosyal yardım ve hizmetlerin sağlıklı, etkili ve adil bir şekilde yapılabilmesi için, özürlülüğün çok yönlü tanımının somut ve bariz bir biçimde şekillenmesine bağlıdır. Sonuç itibariyle, sosyal siyaset ve demokratik kültür yönünden gelişmiş batı ülkelerinin standartlarını yakalamak istiyorsak, özürlü vatandaşlarımızın yaşam kalitelerinin profilini çizmek ve buna uygun olarak sosyal politikalar üretmek mecburiyetindeyiz. Diğer yandan, özürlülere yönelik sosyal politika hedefleri belirlenmeden özürlülüğün ve özürlünün tanımını yapmak eksik kalır. Bir başka ifadeyle, özürlünün bakıma muhtaçlık, istihdam, sosyal hayata uyum ve ulaşılabilirlik gibi çok yönlü sorunlarına çözüm stratejileri üretmeden yapılan tanımlar bir çok yönleriyle belirsizliklere sebebiyet verebilir: Örneğin, bir ülkede özürlülere yönelik uygulanan sosyal politikalar ne kadar gelişmiş ise, özürlüyü kuşatan engellerde o nispette azalmaktadır. Özürlülere yönelik ayrımcılığın önlenmesinde en etkili unsur, onları iş yaşamına sokmak, üretken kılmaktır. Oysa özürlülerin istihdamında çok boyutlu güçlükler yaşandığı bilinmektedir. Bu bağlamda yasal düzenlemelerin, işveren tutumlarının, eğitim ve rehabilitasyon çalışmalarının, özürlünün çalışmaya karşı tutum ve davranışlarının ve tüm bunlarla da ilişkili olarak ailelerin, özürlü bireylerin çalışmaları konusundaki tutumunun önemi yadsınamaz
Yorumlar
Yorum Gönder